Günümüzde Orta Doğu'daki jeopolitik gelişmeler, bölgesel güçlerin güç dengesini nasıl etkilediği üzerine global bir tartışma ortamı oluşturmuş durumda. Özellikle İsrail’in siyaset sahnesindeki rolü, uluslararası ilişkilerin şekillenmesinde merkezi bir yer tutuyor. Foreign Policy dergisi, yakın zamanda yayınladığı yazıda, İsrail’in bölgesel güç olma potansiyeli ile ilgili önemli analizlere yer verdi. Bu yazı, milli savunma stratejileri, diplomatik ilişkiler ve askeri kapasitenin yanı sıra İsrail’in mevcut sınırlarını ele alarak, bu ülkenin gerçekten bölgesel bir güç olma iddialarını sorguluyor.
İsrail, tarihsel olarak güçlü bir askeri yapıya ve gelişmiş teknolojiye sahip. Ülkenin askeri gücü, sıkı bir şekilde düzenlenmiş ulusal hizmet sistemi üzerine kurulmuş durumda. Ancak askeri güç, yalnızca bir devletin uluslararası alandaki konumunu belirleyen tek faktör değildir. Askeri gücün yanı sıra, ekonomik, diplomatik ve sosyal unsurlar da bu denklemin içinde yer alır. İsrail’in askeri gücü, yıllarca süren çeşitli çatışmalar sonucunda geliştirilmiş bir savunma altyapısına dayanmaktadır. Fakat bu durum, kesinlikle bir bölgesel güç olmayı ifade etmez. Askeri güç, bir ülkenin yaptığı dış politikayı desteklemezse, güç eksik kalır. Örneğin, Gazze Şeridi ve Batı Şeria’da yaşanan çatışmalar, uluslararası arenada İsrail’in imajını zayıflatan faktörler arasında sayılabilir. Birçok ülke, İsrail’in bu bölgelerdeki politikalarını eleştirirken, askeri baskının uzun vadede yeterli olmadığını öne sürüyor. Ayrıca, bölgede yaşayan Filistinlilerin durumu, birçok ülke tarafından dikkate alınan bir insan hakları meselesi haline gelmiş durumda. Dolayısı ile, askeri gücü ne kadar kuvvetli olursa olsun, uluslararası destek ve kabul görme konusundaki sıkıntılar, İsrail’in bölgesel güç olma yolundaki en büyük engellerden biri.
Diplomasi, uluslararası alanda güç elde etmenin temel taşlarından biri. Bugüne kadar İsrail, ABD ile olan güçlü bağları sayesinde biraz olsun bölgede etkisini hissettirmiştir. Ancak son dönemde, bu bağların ne kadar kalıcı olduğu sorgulanmaya başlanmıştır. Unutulmamalıdır ki, bir devletin bölgesel güç olabilmesi için, yalnızca askeri kapasiteleri değil, aynı zamanda diplomatik becerileri de ön planda olmalıdır. Son yıllarda Arap ülkelerinin İsrail ile normalleşme girişimleri, diplomatik alanda yeni fırsatlar sunmuş gibi görünse de, bu ilişkilerin temeli sağlam zeminlere dayanmamaktadır. Ortadoğu’da süregelen çatışmalar, bu ilişkileri tehdit eden başlıca unsurlardır. Ülkeler arasındaki güven istikrarı sağlanmadığı sürece, diplomatik bağların kalıcılığı çürük bir zemin üzerinde yükselmeye mahkumdur. Öte yandan, Filistin meselesi çözülmeden, bu normalleşmelerin yüzeysel kalacağı düşünülmektedir. Bu nedenle, bölgede sürdürülebilir bir barışın sağlanması ve tüm aktörlerin eşit şartlar altında görüşmelere katılmaları gerekmektedir. Aksi takdirde, diplomasinin sağladığı avantajlar yeterli olmayacak; İsrail, kendi bölgesel gücünü inşa etme konusunda büyük zorluklarla karşı karşıya kalacaktır.
Kısaca, Foreign Policy’nin belirttiği gibi, İsrail’in bölgesel bir güç olma potansiyeli, birçok karmaşık faktörle sınırlıdır. Askeri kapasite, diplomatik ilişkilerin sağladığı fırsatlar ve halklar arasındaki güven ilişkisi gibi unsurlar, bir ülkenin uluslararası konumunu belirlerken, yalnızca bir bileşen olarak öne çıkmaktadır. Uzun vadede, geri dönülebilir bir güç inşası için bu unsurların hepsinin bir arada hareket etmesi gerekmektedir. Bu bağlamda, İsrail’in bölgesel güç olma hayali, daha fazla tartışma ve inceleme gerektiren bir konu olmaya devam ediyor.